Okuma Süresi: 11 dakika

Anadolu, Avrupa-Asya-Afrika kıtalarının hemen kesişiminde bulunan ve tarih boyunca medeniyetler arasındaki bir geçiş bölgesinde yer almıştır. Ülkemiz de, biyolojik açıdan olduğu kadar kültürel ve tarihi açıdan da büyük bir zenginliğe sahip bu topraklar üzerinde kurulmuştur. Bu zenginliğin getirdiklerinden birisi de, tarih boyunca sayısını bilemediğimiz kadar farklı sayıda medeniyetin kurulması ve o medeniyetlerden kalan sayısız şehir veya şehir kalıntılarıdır. Bu kent kalıntılarından birisi olan Sardes antik kenti, Lidya Uygarlığı’nın başkenti olmak gibi nesnel bir özelliğe sahip olmanın yanı sıra, çocukken görmüş olduğum ilk antik kent olması nedeniyle -bendeniz için- öznel bir anlam taşımaktadır.

Sart, Sard, Sardis, Sardeis gibi başka adlarda da bilinen Sardes antik kenti, bugün Manisa İli, Salihli İlçesi, Sart Beldesi sınırları içinde kalmaktadır. “Parayı bulması ile” bilinen Lidya Uygarlığı’nın başkenti olan Sardes’i anlamak için, önce biraz Lidyalıları anla(t)mak gerekmektedir.

Önce Biraz Lidyalılar…

Tunç Çağı’nın sonunda, “karanlık çağı” başlatan olaylar, bütün Doğu Akdeniz’deki köklü değişiklikler yaratmış ve döneme damgasını vurmuştur. Yunanistan ve Anadolu’daki, Hitit İmparatorluğu ve Miken Krallıkları gibi güçlü devletler çökerken, Yunanistan anakarasında, Adalar Denizi’nde ve Küçük Asya’da yeni bir siyasal ve etnik düzen ortaya çıkmıştır.1

Hititler: Anadolu Savaşçıları

M.Ö. 13. yüzyılın sonlarında ve 12. yüzyıldaki bu yıkımlar Anadolu’nun hem sahilleri hem de iç bölgeleri üzerinde önemli etkiler göstermiştir. O dönem bilinen dünyanın en güçlü devletleri arasında yer alan ve Anadolu merkezli bir uygarlık olan Hititlerin yıkılması ile birlikte,

  • İç Anadolu’ya Frigler,
  • Batı Anadolu kıyılarında Helenler,
  • İç Batı Anadolu’ya Lidyalılar,
  • Muğla bölgesinde Karyalılar,
  • Bugünkü Antalya şehrinin doğusunda yer alan Teke yarımadasına da Likyalılar,

tarih sahnesine çıkmıştır.2

M.Ö. 1185’lerden başlayarak Heraklit hanedanının yönetiminde varlıklarını sürdüren Lidyalılar, M.Ö. 687 yılında Kral Giges’in önderliğinde bağımsız bir devlet kurmuştur. İlk dönemlerinde Lidyalılar, Troya Savaşı sonrasındaki yüzyıllarda ortaya çıkan ve Batı Anadolu kıyılarında kurulan Helen yerleşmeleri nedeniyle Adalar Denizi’nden (yani Ege Denizi’nden) uzak kalmış gözükmektedir. Ancak Lidyalılar, batıda Helenler ile doğuda Frigler arasında kalmış olsalar da bir şekilde varlıklarını korumuşlardır.3

Ekonomik ve askeri olarak güçlenmeleri ile birlikte, Lidyalılar zaman içinde Anadolu’nun batı yarısını denetimleri alacak kadar genişlemiştir. Lidyalıların bu şekilde genişlemesi ve Anadolu’nun batı kıyılarına kadar yayılması, Troya Savaşı ve sonrasında ortaya çıkan Helen istilasına karşı Anadolu’nun ilk tepkisi gibi görülebilir.4

Lidyalılar Helen (Yunan) mı?

Anadolu tarihinde olduğu kadar İnsanlık tarihinde de önemli bir yere sahip olan Lidyalıların popüler yabancı kültürlerde -yanlış bir şekilde- Helen olduğu söylense de, bilimsel zeminde bunun gerçek olmadığı bilinmektedir. Dillerinden de tespit edildiği üzere Lidyalıların uzun zamandan beri Anadolulu oldukları bilinmekte, yanı sıra Lidyalıların, Hititler ve Luviler ile bağlantıları üzerinde araştırmalar yapılmış ve yapılmaktadır. 

Dillerinin farklılığı dışında Lidyalıların dikkat çeken bir başka özelliği de, krallarının ölünce tümülüslere gömülmesi geleneğidir. Friglerin başkenti Gordion’da bulunan höyüklerde görüldüğü gibi, Lidya kralları da höyük bir diğer deyişle kurgan şeklindeki mezarlara defnedilmiştir. 

Lidyalılar ile Etrüsklerin Bağlantısı

İtalya’ya uygarlık götüren ve Romayı “Ruma” adıyla kuran Etrüskler, Anadolu’dan oraya göçen Lidyalılar olduğu düşünülmektedir.5 

Etrüsk Heykeli, British Museum, Londra, İngiltere

Bu bilginin ilk kaynağı olan, Heredot’a göre, Tyrsenos, Babası Lidya kralı Atys tarafından açlıktan kırılan halkının yarısıyla birlikte denizaşırı göçe zorlanmış, uzun bir yolculuktan sonra nihayet Ombriaların (Umbriler) ülkesinde6 karaya çıkıp şehirler kurmuşlardır.7

Bu tezin dışında Roma Uygarlığının temelini atan Etrüsklerin, Troya’dan göç eden Troyalıların olduğuna dair tezler de bulunmakta olup, Etrüsklerin kökeninin Lidyalılara mı, Troyalılara mı yoksa Villanova kültürüne ait mi olduğu üzerinde henüz kesin bir şekilde karar verilememiştir.

Lidya’nın Zenginliğinin Hikayesi…

Lidyalıların zenginliğin kökeni, sart çayının, o dönemki adı ile Paktolos’un taşıdığı altınlar olmuştur. Bu zenginliğinin -hikayeye göre- kökeni de kafatası ve mezarından çıkarılan buluntular Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘nde sergilenen Frig kralı Midas’a dayanmaktadır.8

Öyküye göre, başkenti eski Ankara‘nın Gordion Antik Kenti olan Frig uygarlığının meşhur kralı Midas tanrı Dionysos’un yoldaşlarından birisine yardım etmiş, bunun üzerine Dionysos da onu ödüllendirmek için “dile benden ne dilersen” demiştir. Kral Midas da açgözlülükle dokunduğu her şeyin altın olmasını istemiştir. Her istediği şeyi altına dönüştürebilen Kral Midas, bu durumdan büyük bir mutluluk duymuştur. Fakat bir süre sonra bu isteği nedeniyle, ne yemek yiyebildiğini, ne su içebildiğini ne de sevdiklerine dokunabildiğini farkededer. Açlıktan kırılır bir durumdayken, tanrı Dionysos’dan kendisine verdiği bu yeteneği geri almasını ve eski haline dönmeyi ister…

Buraya kadar bilinen bu hikaye işte tam da bu aşamada Lidyalılara bağlanmaktadır.

Tanrı Dionysos kendisini eski haline döndürmesini isteten Kral Midas’a, “Eski haline dönmek istiyorsan, git ellerini (Sardes Antik Kenti’nin içinden geçen) Paktolos Çayı’nda yıka.” der. Başta büyük bir armağana sahip olduğunu sanan ancak aslında büyük bir lanete uğradığını farkeden Kral Midas ellerini Paktolos Çayı’nda yıkar, bu büyük armağan Paktalos Çayı’na bir bereket olarak geçer ve o çay zamandan beri altınla karışık bir şekilde akar…

Elbette bu bir hikayedir, ancak tarihin ilginç tesadüfü, Frig Krallığı’nın düşüşü ile birlikte Lidya Krallığı yükselmiş ve Paktalos Çayı’ndan çıkarttığı altınlarla zenginleşmiştir.

Lidyalıların En Bilinen Özellikleri

Hikayeden gerçeklere dönelim… Lidya Uygarlığının Anadolu tarihi ve insanlık tarih açısından öne çıkan dikkat çekici bazı özellikleri bulunmaktadır. Bu özelliklerden ilki -belirttiğimiz üzere- parayı yani elektron9 sikkeyi bulmuş olmalarıdır. 

Lidyalıların bulduğu ve kullanıma para olarak kullanılan sikkeler

İç Batı Anadolu’da yüksek bir uygarlık kuran Lidyalılar zamanla ekonomi, ticaret ve denizcilikte ilerlemişler, sikkeyi bularak ticareti kolaylaştırmışlardır.10 Tabii bu yüksek ekonomik güce erişmek ve sikkeyi bulabilmek -belirttiğimiz üzere- Lidya’nın başkenti Sardes Antik Kenti’nin içinden geçen Sart çayının, o dönemki adı ile Paktolos’un taşıdığı bol miktarda altın parçaları ve yakın dağlardaki altın madenleri sayesinde söz konusu olmuştur.11

Lidyalıların bir diğer bilinen özelliği de ünlü kralları Karun’un (diğer adıyla Kroizos’un) hazineleridir. “Karun kadar zengin” deyimini oluşturacak kadar zengin olan Kral Karun’un, hazineleri 1960’larda Uşak’ta Aktepe tümülüsünde bulunmuştur. 1980’lerde başlayıp 2010’larda sonlanan ve filmlere konu olacak ilginç olaylar dizisinden sonra, Türkiye’de Görülmesi Gereken Eserler arasında yer alan Karun Hazinesi bugün Uşak Müzesi’nde sergilenmektedir.

Lidyalıların bir başka dikkat çekici özelliği de “Dünya’nın 7 Harikasından” birisi olan Artemis tapınağını inşaa eden uygarlık olmasıdır. Artemis tapınağının bulunduğu bugünkü İzmir ili, Selçuk ilçesi sınırları içinde kurulan Efes şehri, zaman içinde zenginleşmiş ve büyümüştür. Bir yaklaşıma göre kökeni Frig uygarlığına, bir yaklaşıma göre de Amazonlara dayanan Artemis Kültü, Efes şehrinde zamanla oldukça öne çıkmıştır. Bu nedenle Lidyalıların büyük kralı Kral Karun’un (Kroisos’un) emri ile, Artemis’e adanan bir tapınak inşaasına başlanmış, 120 yıl karar süren inşaat M.Ö. 550 yılında tamamlanmıştır. Lidyalıların finanse ettiği bu Artemis Tapınağı, bölgede daha önce yapılan ve Artemis’e adanan tapınaklar arasında en büyüğü ve en görkemlisi olmuştur.12

Efes Antik Kenti’nde inşaa edilmiş, Dünya’nın 7 harikasından da birisi olan Artemis Tapınağı’na dair bir tasvir

Lidyalıların Anadolu tarihi ve insanlık tarihi açısından öne çıkan bir diğer özelliği de Kral Yolu’nun Batı’daki başlangıç (ya da doğudan bakıyorsanız bitiş) noktası olmasıdır. Sardes Antik Kenti’nden başlayan kral yolu, Anadolu’nun ortasından doğuya doğru gitmekte, Mezopotamya tarafına yönelerek bugün Irak sınırları içinde yer alan Asurluların başkenti Ninova’ya ulaşmakta, Babillilerin başkenti Babil’in kuzeyinden geçerek, İran coğrafyasında Elamların başkenti Susa’ya ulaşmakta ve Perslerin başkenti Persepolis’te sonlanmaktadır. Bu yol tüm bu şehirler ve kültürler arasında etkileşimi arttırmış ve insanlık mirasının gelişimini hızlandırmıştır. Tabii Sardes Antik Kenti’nin ticari ve idari gücünü de…

Kral Yolu’nun Sardes Antik Kenti’ndeki kısmına dair bir tasvir

Peki Ya Sardes Antik Kenti?

Tüm bu bilgilerin merkezinde yer alan Sardes antik kenti, bugün Sart Irmağı olarak bilinen Paktalos Irmağı’nın yanında, Gediz (Hermos) nehri vadisinde oldukça verimli bir coğrafyada M.Ö. 1300’lerde kurulmuştur.

1910’lu yıllarda Princeton Üniversitesi’nden Amerikalı arkeolog Howard Crosby öncülüğünde gerçekleştirilen kazı çalışmaları

Zaman içinde büyümüş ve gelişerek bölgedeki önemli merkezlerden birisi gelmiş olan şehirde,

  • Kale,
  • Akropol,
  • Gymnasium,
  • Sinagog,
  • Hamam,
  • Mahkeme Binası,
  • Evler,
  • Mezarlar,
  • Bin Tepe Tümülüs Alanı,

yer almaktadır.

Arkada Sardes Kalesi, Önde Sardes Antik Kenti’nin de kurulu olduğu Gediz Ovası

Sart Antik Kenti’nin kalesi, Sart (Paktalos) Irmağı’nın kıyısında dikkat çeken yüksek bir tepe üzerinde kurulmuştur. Günümüze ulaşamayan kalenin kalan surlarının bazı kısımları görülebilmektedir.

Kentin ayakta kalan bir diğer etkileyici yapısı ise, dünyanın belki de en görkemli İon düzenindeki tapınaklarından birisi olan Sardes Antik Kenti’nin tapınağıdır. Artemis kültüne büyük önem veren Lidyalılar, Efes’teki Artemis Tapınağını kurdukları gibi, Sart Antik Kenti’nde de Artemis’e adanmış bir tapınak inşaa etmişlerdir.

Uzun bir süre dini önemini sürdüren tapınak, Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı kabul etmesiyle ve depremlerle ciddi bir şekilde zarar görmüştür. İyon düzeninde inşa edilen tapınağın bugün sadece iki tane sütunu eksiksiz olarak ayakta durmaktadır. 

Hamam ve Gymnasium Girişi

Kentte ayakta kalan yapılardan en dikkat çekeni, M.S. 2. yüzyıla tarihlenen, anıtsal bir özellikteki hamam ve gymnasium yapısıdır. Sardes Antik Kenti’nin sembolü haline gelen, hayranlık uyandıran bir işçiliğe sahip olan gymnasion girişi büyüleyici bir güzelliğe sahiptir. Roma Dönemi’nden kalan bu devasa yapı, hamam, avlu ve spor alanı olmak üzere 3 ana bölümden oluşmaktadır. 

Hamam ve Gymnasium Girişinden Ayrıntı

Ticaret açısından önemli bir merkez olan Sardes Antik Kenti, çok kültürlü bir yapıya sahip olmuştur. Bu özelliğin bir yansıması olarak, antik dünyanın en büyük üçüncü havrasına (sinagoguna) sahiptir. M.S. 3. yüzıla tarihlenen sinagogun binası ayakta olmamakla birlikte, havranın avlunun ortasında yer alan bir çeşmesi, cemaat için yapıldığı düşünülen bir oturma bölümü ve ayinlerde Tevrat parçalarını koymak için kullanıldığı tahmin edilen büyük mermer bir masası halen durmaktadır.

Son olarak, Sardes Antik Kenti’nden biraz uzakta olsa da, şehrin bir parçası olarak değerlendirilebilecek olan yer de Bin Tepe tümülüs bölgesidir. Marmara Gölü’nün güney kenarında yer alan bu Lidya tümülüs mezarlık alanı olan Bin Tepe, içerdiği yaklaşık 85 tümülüs ile dünyanın en büyük tümülüs alanıdır.

Bin Tepe Bölgesindeki Tümülüsler

Friglerin de yaptığı gibi, Lidyalılar da ölen krallarını da tümülüs, bir diğer deyişle höyük şeklindeki mezarlara defnetme geleneğine sahiptirler. Bu gelenek Anadolu’da uzunca zamandır var olan ve Avrasya coğrafyasındaki kurgan geleneği ile ilişkili bir gelenektir. Bin Tepe’de yer alan onlarca tümülüs arasından olağanüstü boyutlarıyla dikkat çeken üçü Mermnad hanedanı krallarından Alyattes, Gyges ve Ardys’e ait oldukları tahmin edilmektedir. Tüm tümülüsler arasında en büyüğü ise, Kral Alyattes’e aittir ve Sardes Antik Kenti’nin 5 kilometre kuzeyine denk gelmektedir.13 

Sözün Özü

Tüm bu aktardıklarımızdan anlaşılabileceği üzere, insalık tarihi ve Anadolu uygarlıkları açısından oldukça önemli bir uygarlık olan Lidyalıların başkenti Sardes Antik Kenti, mutlaka ziyaret edilmesi gereken antik kentlerimizden birisidir.

Yakın bir bölgede olması ve Lidya uygarlığının önemli bir parçası olması nedeniyle Uşak Müzesi’de mutlaka ziyaret edilmesi gereken kültür noktalarındandır. Hazır Uşak Müzesi’ni ziyaret etmişken de, yine Uşak’ta yer alan Clandras Köprüsü, Ulubey Kanyonu ve Blaundus Antik Kenti de bu ziyarete dahil edilebilir. Bizden önermesi… 🙂

Künye

Adı, Sardes Antik Kenti
İli, Manisa
İlçesi, Salihli
Adres, Salihli-İzmir Karayolu, Salihli İlçesine 9 kilometre mesafede
Konumu, 38°29’20.7″N 28°02’22.9″E
Ziyaret Ücreti, 14
MüzeKart, Geçerli
Konum Bilgileri

Yazı Notları
İlk Yayın Tarihi, 17/06/2021
Son Güncelleme Tarihi, 10/09/2021
Boosted Uygulaması Ölçümüne Göre,
Çalışılan Gün, 4 gün
Çalışma Süresi, 5 saat 14 dakika

2 thoughts

  1. Bilgilendirici bir yazı daha okumuş oldum sayende. 👏 Umarım birgün burayı gezer tekrardan yorum yazarım. 👍
    Ulubey Kanyonu; bir doğa harikası 😊 Hem korku, hem şaşkınlıkla gezdiğim tatliş bir gezinin hatırasıdır.
    Diğer uğrak noktalarımızdan birisi de; Blaundus Antik Kenti😄 Bulunduğu tepe ve konumu itibariyle manzarası güzel. Yolu belirli bir kilometreye kadar düzgün sonrası tozlu ama zemini düz. ✅ Eşimle gezerken çalışmalar devam ediyordu. Şu an ne oldu bilmiyorum ama gayet güzel şeyler ortaya çıkartılmıştı.
    Antik kentleri gezmeyi sevenlere duyrulur.😊 Bence listelerinin içerisinde olması gereken bir yer.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir