Malumunuz olduğu üzere kilo aldığımızda bünyenin muhtelif bölgelerinde kalınlaşma, genişleme, hacim artışı gibi değişiklikler ile karşılaşmak kaçınılmaz olmaktadır. Biz de bu durumdan sıkıldık, kilo alma sürecine dur dedik ve mevcut durumu değiştirmeye karar verdik, azmettik, gayret gösterdik, ve zoru başararak kilo verdik. Artık, daha önce üstümüzde duran kıyafetler, şimdi bünyeye bol geliyor, geliyor tamam da, verdiğimiz kilolar nereye gidiyor? Daha önce vücudumuzda bizi mutlu etmeyen ama kendileri mutlu mesut yaşayan bu yağlara ne oldu? Kasa mı dönüştüler? Yoksa çözünüp emildiler mi? Enerjiye mi dönüştüler? Eriyip yok mu oldular?
Bu ilginç sorununun yanıtını bulabilmek için, lise yıllarına geri giderek konuyu temelden ele almak, temel kimya ve temel fizik bilgilerimizi biraz hatırlamak gerekecek. 🙂
Kimya 101 ve Fizik 101
Bünyemize aldığımız gıdalardan elde ettiğimiz ve günlük ihtiyacımızdan daha fazla aldığımız karbonhidrat, yağ ve protein bileşikleri çeşitli süreçlerden sonra trigliseritlere dönüştürülmektedir. Ortaya çıkan bu trigliseritler de ileride ihtiyaç olursa diye vücudumuz tarafından yağ hücrelerinde depolanmaktadır. Bünyemiz enerjiye ihtiyaç duyduğunda, bu lipidler yağ hücrelerinden kana salınmakta, lipidlerin kimyasal bağları parçalanarak depolanan enerji ortaya çıkarılmaktadır ve bu sayede enerji ihtiyacı karşılanmaktadır.
Peki bu enerji ihtiyacını karşılama nasıl gerçekleşmektedir? Öncelikle bünyemizde gerçekleşen bu tepkimeler sırasında, eğitim hayatımızda ara ara adını duyduğumuz, evrenin temel kurallarından biri olan kütlenin korunumu kanunu uyarınca, bir kimyasal tepkimeye giren maddelerin kütle toplamı ile kimyasal tepkimeden çıkan maddelerin kütle toplamı aynıdır ve aynı olmak durumundadır. Gerçekleşen tepkime ısıalan da olsa veya ısıveren de olsa, tepkimeye giren her bir türdeki atomların sayısı ile çıkan her bir türdeki atomların sayısı aynı olmak durumundadır. Bünyede yağlarımızı “yaktığımızda” ve lipid moleküllerinden ihtiyaç duyulan enerjiyi elde ettiğimizde hidrojen, karbon ve oksijen molekülleri bulundukları yerlerde varlıklarına devam etmekte, kaybolmamakta, kütlenin korunumu kanunu doğrultusunda kaybol(a)mamaktadır.
Enerji ihtiyacımızı günlük yediğimiz besinlerden değil, vücudumuzun bilumum yerlerinde olan depolarından sağlarken ve kilo verirken, yaygın bir şekilde “yağları yakmak” tabirinin kullanılıyor olması, farkında olmadan bizleri yağların enerjiye veya ısıya dönüştüğü fikrine yönlendiriyor. Belki de en çok bilinen fizik formülü olan meşhur E=mc2 denklemindeki enerji kütle ilişkisi, bir başka deyişle enerji ve kütlenin birbirine dönüşebilmesi temel alınarak tasarlanan nükleer santrallarda veya atom bombalarında, çok az maddenin atomik bağlarının enerjiye dönüştüğünde ortaya çıkan dehşet verici enerji miktarını düşündüğümüzde, bünyemizdeki yağların enerjiye dönüştüğü fikrinin doğru olmadığını kolaylıkla tahmin etmek mümkün.
Ama eğer kütlenin korunumu kanunu, kilo vermek süreci için de geçerli ise ve yağları “yakarken” oluşan kimyasal tepkimelere giren ve çıkan maddelerin kütleleri de aynıysa, şimdi belimizde veya basenlerimizde olmayan bu yağlar yani bu yağları oluşturan atomlar nereye gitmiş olabilir?
Tahmin Edilemeyen…
İnanması belki zor ama, sanılanın aksine fazla kilolarımız enerjiye dönüşüp bünyeden ısı olarak değil, nefes ve su olarak dışarıya atılmaktadır. Bu süreçte bünyelerimizde oluşan ve kilo vermemizi sağlayan tepkime temel olarak,
Yağ + Oksijen → Karbondioksit + Su + enerji
denklemiyle, kimyasal bir dille ise
C55H104O6 + 78 O2 → 55 CO2 + 52 H2O + enerji
denklemi ile özetlenebilir.
Yağlarımız “yakılırken” gerçekleşen bu kimyasal tepkimeler hakkında araştırma yapan ve Avusturalya’nın Yeni Güney Galler Üniversitesi’nde çalışan canlıbilimciler, kilo verme sürecinde gerçekleşen tepkimeleri atom atom takip etmiş ve yakılacak her bir 10 kilogramlık yağ için, 29 kilogramlık oksijeni nefes alarak bünyemize aldığımızı, metabolizmamızda gerçekleşen kimyasal tepkimelerle gerekli enerjiyi elde ettiğimizi ve bu kimyasal tepkime sonucu olarak da 28 kg karbondioksit ve 11 kilogram su oluştuğunu tespit etmişler1. Yani gerçekleşen kimyasal tepkimeler ile kaybedilen her birim kütlenin yaklaşık %84’ünü karbondioksit biçimden nefes olarak dışarı veriyor, geri kalan %16’sını ise idrar, ter ve su buharı olarak vücuttan atıyoruz.
Belirtilen kimyasal tepkimeyi, kimyasal denklem şeklinde de yazarsak her 10 kilogram yağı yakarken;
10 kilogram yağ + 29 kilogram oksijen → 28 kilogram karbondioksit + 11 kilogram su
denklemi söz konusu olmakta, 10 kilogramlık yağın 8,4 kilogramı karbondioksit oluşurken, 1,6 kilogramı ise su oluşarak bünyeden atılmaktadır.
Bir Çeşit Karbon Salınımı…
İlginç mi geldi? Bir başka ilginç olan şey de, dışarıya verdiğimiz nefesin içimize çektiğimiz havadan daha ağır olduğudur. Soğuk havalarda verdiğimiz her bir nefesimizde kanıtlandığı üzere, verdiğimiz nefeste su buharı yani H2O molekülleri bulunmaktadır. Nefesimizde su buharının olmasından daha ilginç olan şey, içimize çektiğimiz oksijen moleküllerini bünyemizde karbon atomu ile birleştirip karbondioksit olarak dışarıya vermemiz ve kilo kaybının bünyemizde bulunan karbon atomunu, nefes yoluyla aldığımız oksijen molekülü ile bağlayıp atarak gerçekleşmesidir.
Bir başka deyişle ve kimyasal bir bakış açısı ile, kilo verme sürecinin, bünyeye günlük olarak aldığımız karbon atomlarının fazlasını atmak olduğu söylenebilir. Yapılan araştırmalara göre her nefes verişimizde yaklaşık 9 miligram karbonu bünyeden attığımız tespit edilmiştir. Her nefeste atmosfere 9 mg karbon atomu vermek büyük bir miktar gibi gözüküyor olabilir ancak dakikada yaklaşık 17 kez, bir günde ortalama 25.000 kez nefes alıp verdiğimizi düşündüğümüzde manzara biraz değişmektedir. 70 kiloluk ortalama bir yetişkin 24 saatte akciğerleri aracılığıyla ortalama 220 gram, haftada 1,5 kilogram, bir yılda ise 80 kilogram karbon atomunu gökyüzüne salmaktadır.
Kilo Verdiren Organımız Hangisi?
Bütün bu durumu özetlemek gerekirse bizlere kilo verdiren organımız, biraz da şaşırtıcı bir şekilde akciğerlerimizdir. Artık bu bilgiye vakıf olduğumuza göre, spor yaptığımızda bol bol nefes verdiğimizde ve terlediğimizde o an için kilo vermekte olduğumuzun farkında olabiliriz. Tabii bir de, yattığımız yerde duruş halinde iken ve spor yaparken nefes alıp verme ve terleme miktarının farkını gözümüzün önünde canlandırdığımızda, sporun ve nefes alıp vermenin neden önemli olduğunu daha iyi anlamak mümkün. Öyle değil mi?