Okuma Süresi: 7 dakika

İnsanoğlu olarak, binlerce yıl boyunca bedenlerimizde gerçekleşen süreçleri anlamaya çalışmış, bunu yaparken de, türümüzün bilim yolculuğunun çok başlarında olmamız nedeniyle, gerçek olmayan ve çoğu zaman da akıl dışı değerlendirmelerde bulunmuşuz. Zamanla bilimsel gelişmişlik seviyemizin ilerlemesi ile birlikte, yanlış çözümlemelerden uzaklaşıp, bedenlerimizi daha iyi anlayabilir noktaya doğru ilerlediğimiz söylenebilir. Bugün hala bedenlerimizi tam anlamıyla anladığımızı söylemek mümkün olmasa da, her geçen yıl daha da artan ve çeşitlenen bilimsel çalışmalar ile kendimizi daha iyi tanıyoruz. Bu tür çalışmalar ile ortaya çıkan yeni bilgiler ışığında, sağlıklı yaşam konusunda yeni gündemlerin oluşması ve yeni akımların öne çıkışı kaçınılmaz oluyor. Gelin son dönemlerde ortaya çıkan, bilim dünyasının gündeminde bulunan ve bizlerin de gündeminde bulunması gereken, bu güncel kavramları ve sağlıklı yaşam akımlarını kısaca inceleyelim…

Mikrobiyota

İnsan bedeni ile ilgili olarak son dönemde en çok ilgi çeken olgulardan birisi de mikrobiyota konusudur. Mikroflora ve mikrobiom gibi kavramlarla benzer bir kavram olan mikrobiyota, 1950’li yıllardan beri kullanılmaktadır ve mikroorganizma topluluklarına işaret etmektedir1. Tabii ki buradaki olarak mikroorganizma toplulukları, bedenimizin içinde ve yüzeyinde bizimle birlikte yaşayan mikro canlılar kastedilmektedir. Görece olarak yeni gündem olmuş bir konu olan mikrobiyota, özellikle bağırsak florası sağlığı kapsamında her geçen gün akademik camianın daha da ilgisini çekmektedir. Yaşanan birçok rahatsızlığın ve hastalığın kökeni ile ilişkili olduğu tahmin edilen mikrobiyotanın kişiden kişiye göre değişen bir karakteri bulunmaktadır. Bu öznellik nedeniyle de, bu alandaki çalışmaların ilerlemesi ile birlikte, ortaya çıkan rahatsızlıkların kişiye özel probiyotik ve prebiyotik kullanımı ile, probiyotiklerin faydaları sayesinde giderileceği öngörülmektedir.

Mikrobiyota hakkında ilginç gerçekleri öğrenmek isterseniz, sevgili Serkan Karaismailoğlu’na kulak verebiliriz.

https://www.youtube.com/watch?v=Z9y1TbyBBIk

Mitokondri

Hücrelerimizde bulunan ve hücrenin temel enerji kaynağı olan mitokondri de son dönemde gündeme gelen konulardandır. Yapılan araştırmalarda, yaşanan bazı sağlık sorunlarının mitokondrilerin işlevlerinde ortaya çıkan sorunlardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Yıllar ilerledikçe, özellikle ortaya çıkan mitokondrilerdeki nitelik ve nicelik kayıpları ile birlikte bedenimizin mitokondri etkinliğinin azaldığı, bunun da sağlık açısından çeşitli olumsuzluklara neden olduğu tahmin ediliyor. Bunun yanı sıra, günümüz insanının önde gelen sorunlarından olan, bedenlerimizin ihtiyaç duyduğundan daha fazla ve de sağlıksız gıda tüketiminin mitokondrilerimiz üzerinde olumsuz etkisi olduğu tespit edilmiş2. Daha çok sayıda, daha sağlıklı ve daha az serbest radikaller üreten mitokondrilere sahibi olarak, daha sağlıklı olmak ve bazal metabolizma hızımızı arttırmak için, mitokondrilerimizi sevmeli, sağlıklı beslenmeli ve sağlıklı tercihler yapmalıyız. Tabii bir de mitokondrilerimizi “mutluluğu” için neler yapabiliriz yeni çalışmaları araştırmalıyız.

Ketojenik Beslenme

Ketojenik diyet veya kısa olarak keto,insan bedeninin temel yakıtı olan ve damarlarımızda akan şeker yerine, vücudumuzun enerji ihtiyacını keton cisimciklerini kullanarak karşılamasına yönlendiren bir diyet olduğu söylenebilir. Ketojenik beslenme düşük karbonhidrat, orta seviyede protein, yüksek yağ odaklı bir beslenme tarzı gerektirmekte olup, yapılan birçok bilimsel çalışma ile insan bedenine ciddi yararları bulunduğunu ortaya konulmuştur. Yapılan çalışmalar ile diyabet3, kanser4, epilepsi5, alzheimer6 gibi konularda iyileşmeler gösterdiği tespit edilmiştir. 

Tüm bu etkilerden anlaşılabileceği üzere, ilerleyen zaman diliminde ketojenik beslenmenin daha çok bilimsel araştırmalara konu olması ve gündemde bulunması kesin denebilir.

Şekersiz Beslenme

Zeytinyağı ve tereyağı gibi sağlıklı yağlara iade-i itibarın yapılması ile birlikte, şekerin insan bedeninde etkileri daha sık tartışılmaya başlanmıştır. Ülkemizde Prof. Dr. Canan Karatay’ın da başını çektiği şekersiz beslenme, başta “İnsanın Fabrika Ayarları” başlığı altında konuşmalar yapan ve “Değişen Beynim” kitabının yazarı Prof. Dr. Sinan Canan ve onun gibi birçok bilim insanı da aynı istikamette değerlendirmelerde bulunuyor. Bir günde yemek ile aldığımız kararlar üzerinde daha da düşünüp, daha bilinçli bir özyönetim yapmak mümkün. Örneğin bendeniz, şekersiz 103 kilodan 73 kiloya kiloya indiğim süreçte bendenizin de çoğunlukla şekersiz şekilde aralıklı oruç beslenerek kendimde bu ciddi değişikliği sağlayabilmiştim. Kısa bir süre önce ise gerçekleştirdiğim 21 günlük şekersiz beslenip 18/6 aralıklı oruç yaparak 5,7 kilogramlık bir hafifleme yaşamış ve bu sürenin sonundaki sonuçları da paylaşmıştım. Sonuç olarak on yıllardır söylenenlerin aksine şekersiz beslenme, her geçen gün kendi sektörünü yaratacak ve git gide de daha çok taraftar toplayarak adını daha sık duyuracak gibi gözüküyor. 

Şekerin bedenimizde ve beynimizde ne gibi etkileri var öğrenmek dinlemek istiyorsanız, Sevgili Sinan Canan hocanın bu SoruYorum’unu izleyebilirsiniz.

Kolajen

İnsan vücudunda saçta, tırnaklarda, deride, kaslarda, kemiklerde, bağlarda, kıkırdaklarda ve kanda bulunan aminoasitlerden birisi de kolajendir. Kolajenin kemiklerin ve kasların birbirlerine tutunması, cildin esnekliğinin sağlanması, eklem ve bağ dokuların desteklenmesi gibi önemli görevleri bulunmaktadır. İlerleyen yaşla ortayan bir çok başka sorunda olduğu gibi, yıllar geçtikçe vücudun ihtiyacı için ürettiği kolajende açık oluşmaya başlayabilir. İlerleyen yaş dışında, sağlıksız beslenme, stres, sigara, fazla güneş ışınımı gibi nedenler kolajen açığını arttırabilmektedir. Bu açığı dışarıdan kapatmak için zengin kolajen içeriği bulunan çorbalardan içmek, kolajen desteği sağlayan sebzelerden tüketmek faydalı olacaktır. Bedenimizdeki en çok bulunan aminoasitlerden birisi olan ve oldukça önemli etkileri olan kolajeninin bu anlamda adını daha çok duyacağımız aşikar.

Aralıklı Oruç

Ketojenik beslenme ile birlikte en çok gündeme gelen beslenme biçimlerinden birisi de aralıklı oruç (İngilizce kaynaklarda intermittent fasting olarak geçiyor). Esasen günün bir kısa süresi içinde yemek yemek, geri kalan uzun kalan kısmında da herhangi bir yiyecek tüketmeyerek vücudun yağ yakma mekanizmalarını harekete geçirmek olarak özetlenebilir aralıklı oruç. Aralıklı oruç yaparken, 16/8 (8 saat yemek yiyip, 16 saat aç kalmak), 18/6, 20/4, gibi seçenekler bulunduğu gibi, haftanın bazı günlerinde 24 saat hiç yememek veya 5/2 denilen 5 gün normal beslenip 2 gün 500-600 kalorilik beslenme gibi değişik seçenekler mevcuttur.

Aralıklı orucun 16/8, 18/6 veya 20/4 gibi seçeneklerini, geçmişte bir günde üç öğün değil iki öğün yaparken kısmen uygularken, tarım toplumundan önceki toplum düzenimiz olan avcı toplayıcı bir canlı topluluğu iken ise tam uyguladığımız söylenebilir. Aslında sürekli yemek yiyen bir yeme içme düzenine kıyasla, biyolojik olarak daha yakın olduğumuz aralıklı orucun, bugün vücudumuz ve beynimiz üzerinde ciddi olumlu etkileri olduğu yapılan bilimsel araştırmalar ile ortaya konmuştur7. Bendeniz de 103 kilodan 73 kiloya kiloya indiğim süreçte çoğunlukla şekersiz beslenerek ve aralıklı oruç uygulayarak kendimde bu ciddi değişikliği sağlayabilmiştim. Yine bunun dışında yakın zamanda gerçekleştirdiğim 21 günlük şekersiz beslenme ve 18/6 aralıklı oruç ile 5,7 kilogramlık bir hafifleme yaşamış ve bu sürenin sonundaki sonuçları da paylaşmıştım. Esasen Bireysel olarak tecrübe ettiğim ve gözlemlediğim kadarıyla aralıklı oruç da giderek öne çıkar bir şekilde gündemde bulunacaktır.

Açlığın faydalarını merak ediyorsanız Sinan Canan’ın SoruYorum kanalındaki yanıtını izleyebilirsiniz.

4 thoughts

  1. Aralıklı orucu ben de denemek istiyorum, uygulaması en kolay o geliyor bana da. Şekersiz 21 güne de tenik düşüyorum ben max. rekorum 15 gün falan oldu 🙈

    1. Aralıklı oruç ile ilgili olarak daha ayrıntılı ve uygulamaya yönelik bir yazı da hazırlıyorum. Ama kısaca en kolayı kahvaltıyı atlayıp, öğlen ve akşam yemeği yemek. Böyle başlanabilir…
      Şekersiz için ise, kesintisiz ve eksiksiz şekersiz hayat çok zor. Ama karbonhidrat tüketimimizi iyice kısıtlamak mümkün. Bizim bedenlerimiz sürekli ve her zaman şeker (artı karbonhidrat) tüketmeye alışık değil…

  2. Tahıllı gevrek endüstrisinin kahvaltı en önemli öğündür mottosu altında müthiş bir marketing yaparak, bilinçaltımızı bu şekilde yönlendirmiştir. Yoksa ne zamandan beri insanoğlu günde 3 öğün besleniyor? Belki bu son yüz yıl.

    1. Tahıllı gevrek sanayisi ile ilişkinin “kahvaltı günün en önemli öğünüdür.” vurgusu ile ilişkilendiriliyor ama buna katıksız bir doğru mudur, tam emin değilim. Ancak iki öğünden üç öğüne geçişin temel nedeni sanayii devrimi. Bununla ilgili olarak diğer blogum Mide Mühendisi‘nde bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Okumak isterseniz İki Öğünden Üç Öğüne Nasıl Geçtik? başlıklı yazıya bakabilirsiniz… 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir