Okuma Süresi: 9 dakika

Sağlıklı yaşam akımları kapsamında daha çok gündeme gelen kavramlardan birisi de mikrobiyotadır. Son dönemlerde, probiyotik ve prebiyotik besinler ile güçlendirebileceğimiz mikrobiyota konusunda güncel gelişmeler dikkati çekmektedir. Sağlıklı bir mikrobiyotanın, İnsanın sindirim sisteminin etkili işlev görmesinden tutun, yediklerimizden daha iyi faydalanmaya, bağışıklık sistemini güçlendirerek özellikle mevsim geçişlerinde hasta olmamamızı sağlamak hatta ruh halimizi belirlemeye kadar birçok düzlemde etkisi mevcut. Gelin vücudumuzu bizimle paylaşan mikrobiyota konusunda güncel gelişmeler ve araştırmalardan bahsedelim.

Öznellik…

Mikrobiyotalarımız yediklerimize, hastalıklarımıza, gördüğümüz tedavilere, kısacası geçirdiğimiz tüm evrelere göre değişen bir bileşim. Tüm bu evrelerin farklılığından dolayı her birimizin farklı olan mikrobiyotası, değişmeyen değil tam aksine sürekli farklılaşan bir bileşime sahip. Bu kişiye göre değişen ve özellik açısından da değişkenliği, mikrobiyotayı daha ilginç kılıyor.

Bizlerin, yani insanoğlunun evre evre geçirdiği süre, tıpkı kendisi gibi mikrobiyotasında da önemli değişikliklere maruz kalıyor. Yapılan araştırmalar ile mikrobiyotamızın ne kadar önemli olduğunu bir görmemek işten değil…

Bebek İken

2018 yılında Nature Communications dergisinde, Lüksemburg Üniversitesi’nde Biyotip Sistemleri Merkezi’nde Paul Wilmes ve bir dizi biliminsanı tarafından yapılmış olan bir araştırma yayınlandı1. Yapılan araştırmada normal doğum ile gözlerini açan 13 bebek ve sezaryen ile dünyaya gelen 18 bebeğin mikrobiyotaları karşılaştırıldı. Paul Wilmes ve çalışma arkadaşları tarafından yapılan araştırmada dünyaya yeni gelmiş yenidoğanların dışkı örnekleri, annelerinin dışkı örnekleri ve annelerin doğum kanalından alınan örnekleri incelemiş ve mikrobiyolojik bileşimleri incelenmiş.

İlginçtir, sezaryen ile doğan bebeklerde doğumdan itibaren gelişen bağışıklık sistemini tetikleyen temel uyaran olan lipopolisakkaritlerin dikkat çekici seviyede az olduğu tespit edilmiş. Bu seviye doğumdan itibaren beş gün kadar düşük seyretmekle birlikte, lipopolisakkarit miktarının daha sonra toparlandığı görülmüştür. Ancak söz konusu beş gün boyunca lipopolisakkaritlerin düşük seyretmesinin bebeklerin bağışıklık sisteminde uzun vadeli -olumsuz- etkileri olduğu düşünülmektedir.

Yaşadığımız ortamlardaki mikrobiyolojik bileşim, anne ve baba ile temas ve en başta anne sütü sayesinde, sezaryen ile doğmuş ve normal doğum ile dünyaya gelmiş çocukların mikrobiyotaları hemen hemen aynı seviyeye geldiği tespit edilmiş. Ancak Wilmes sezeryan doğum ile dünyaya gelmiş bebeklerin bağışıklık sisteminde yabancı patojenlere verilecek tepki ile ilgili olan ve astarlama adı verilen evrenin atlanmış olabileceğini düşünüyor.

Ek olarak, ilk günlerde doğal ve belirli bir mikrobiyolojik bileşime sahip olamayan bebeklerin alerjik tepkilere eğilimli, obeziteye meyilli, bağışıklık sistemlerinin görece güçsüzlüğüne bağlı daha sık hasta olan ve ateşlenen bir birey olmanın nedeninin, bu doğal doğum ile olağan bir mikrobiyota sahibi olunamamasına olduğu düşünülüyor.

Küçüktük Ufacıktık, Top Oynadık, Acıktık

Biraz büyüdük ve çocuk olduk. Bu süreçte -sezaryen doğum ile ilişkili olarak- çok güçlü olmayan bir bağışıklık sistemine sahip iken, bir de hasta olup gereğinden fazla ve tamamen gereksiz antibiyotik kullandık. Geniş spektrumlu olan, bizim için zararlı olan mikroorganizmalar kadar, bizim için gerekli olan yararlı birçok mikrorganizmaları da öldürdük. Peki gitgide artan alerjik tepkilerin bu durum ile bir ilişkisi olabilir mi?

Amerika Birleşik Devletleri, Şikago Üniversitesi’nde 2019’da Cathryn Nagler ve bir grup biliminsanı çocuklarda giderek artan alerjik tepkiler ile bağırsaklardaki mikroorganizma bileşimi arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı üzerine bir araştırma gerçekleştirmişler2. Çalışmada, inek sütüne karşı alerjik tepki veren altı aylık sekiz bebek ile herhangi bir alerjik tepki vermeyen altı aylık sekiz bebeğin mikrobiyotaları incelenmiş. İnceleme sonucu, sağlıklı olan bebeklerin bağırsaklarındaki mikrobiyolojik bileşim, o aylardaki bebeklerde olması beklenilen bir bileşime sahipken, inek sütüne alerjik tepki veren bebeklerin mikrobiyotalarının daha ziyade yetişkinlerin mikrobiyotasına benzediği tespit edilmiş.

Dahası Nagler ve arkadaşları bebeklerin bağırsaklarından alınan bakterileri, tamamen bakterisiz ve steril ortamda büyümüş farelerin bağırsaklarına aktarmışlar. Sağlıklı bebeklerden alınan bakterilerin aktarıldığı fareler inek sütüne alerjik tepki göstermediği görülmüş. Alerjik tepki gösteren bebeklerden alınan bakterilerin aktarıldığı fareler ise, tıpkı bebekler gibi alerjik tepki göstermişler. Derinleştirilen çalışmalar sonucunda Clostiridia sınıfında yer alan Anaerostipes caccae bakterisinin farelerin (tabii ki bebeklerin) alerjik tepki gösterme ile ilişkisi olduğu tespit edilmiş. Dahası aynı sınıfta, Clostiridia sınıfında yer alan bakterilerin fıstık alerjisi ile ilişkili olduğu biliniyor.

Sonuç: Yaşımıza uygun bir mikrobiyota sahibi olmamız önemli!

Ergenlik zamanı

Önemli hormonal değişiklikler yaşadığımız ve yetişkinliğe giden evrede önemli bir aşama olan ergenlik döneminde en büyük sorunlardan birisi de sivilcelerdir. Sadece bağırsaklarımızda bakteriler ile yaşamadığımız, derimizin yüzeyinde de bulunan ve beraber yaşadığımız bakteriler mikribiyotamızı oluşturmaktadır.

Ergenlik zamanı sivilceler ve akneler ile sıkıntı yaşayan çocukların ciltlerinin, Cutibacterium acnes bakterisine ev sahipliği yapmaya eğilimli olduğu bilinmektedir. Bu bakteri ise -her ne kadar adında akne geçse ve aknelerin oluşması ile doğrudan ilişkili olmasa da- aknenin ortaya çıkması için gereken bileşenlerden biri.

Bu nedenle sivilce sorunu ile mikrobiyotanın ilişkisinin olup olmadığını Vaşington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan bir araştırma ile bu konu araştırılmış. Sivilcelerin ve aknenin gerilemesi adına uygulanan tek çözümün, Cutibacterium acnes bakterilerinin sayısını düşürmeyi sağlayan ve izotretinoin maddesi içeren yüz temizleme ürünleri olduğu tespit edilmiş. Sayıları giderek azalan Cutibacterium acnes bakterilerinin yerini farklı bakterilerin gelmesi ile çeşitliliğin olmasını sağlamak bu sorunu azalttığı görülmüş.

Sonuç: Yaşadığımız birçok sağlık sorununun çözümü, zengin bir mikrobiyotaya sahip olmakta olabilir!

Hamdık, Piştik

Peki mikrobiyota başka neleri etkileyebilir? Bir koşuda yarışan koşucuların performanslarını da etkiler mi? İlginçtir, bunun da yanıtı evet… 

Amerika Birleşik Devletleri Harvard Üniversitesi’nden Aleksandar Kostic ve bir grup biliminsanı, bu sorunun yanıtını bulmak adına 2015 yılında düzenlenen Boston Maratonu’nda yarışacak on beş yarışmacıdan, yarışmadan bir hafta önce başlayıp iki haftalık bir süre için her gün gaita örneği toplamışlar3. Yarışmacılardan aldıklar bu örnekleri de, kontrol grubu olarak belirlenmiş ve koşucu olmayan on kişinin gaitaları ile kıyaslamışlar. Yapılan incelemelerde koşucuların maratondan sonra birkaç gün içinde gaita örneklerinde dikkat çekici seviyede Veillonella atypica adlı bakteriden bulunmuş.

Veillonella atypica bakterisinin enerji kaynağı olarak bir diğer adı da laktik asit olan laktatı kullandığı hali hazırda biliniyor. Bu bilgiden hareketle, fiziksel hareket nedeniyle kaslarımızda artan laktatın arasındaki bir ilişki olabileceği değerlendirilmiş. Bu değerlendirme sonucu da, Veillonella atypica bakterisinin sporcu olmayan kişilere aktarılması durumunda performanslarını iyileştirip iyileştiremeyeceği merak edilmiş.

Bu merakın peşinden giden bilimadamları, bir koşucudan aldıkları Veillonella atypica bakterilerini, olağan bir mikrobiyotaya sahip onaltı laboratuvar faresine aşılamış. Kontrol grubu olarak belirlenmiş onaltı başka fareye de laktat ile ilişkisi olmayan başka bir bakteri aşılamış. Her iki fare grubu da koşmaktan bitkin hale düşene kadar, fareler için ayarlanmış koşu bantlarında koşturulmuş ve görülmüş ki Veillonella atypica bakterisi aşılanmış farelerin kontrol grubuna kıyasla %13 kadar daha fazla süre koşabildiği görülmüştür.

Veillonella atypica bakterisi koşu ile vücutta üretilen laktakı kullanarak varlığını sürdürmekte, koşucu ise bedeninde laktat birikiminin azalması ile birlikte, daha uzun ve etkili bir atletik performans gösterebilmektedir.

Sonuç: Doğru mikrobiyotaya sahip iseniz, belirli bir alandaki performansınızı yükseltmek mümkün!

Biz Büyüdük ve Kirlendi Dünya

Mikrobiyota fiziksel performansı etkiliyor. Peki ya zihinsel durumu etkiler mi?

İrlanda’da bulunan Cork Üniversitesi’nde 2016 yılında bir grup biliminsanı ileri seviyede depresyonda olan üç erkekten gaita örnekleri temin edip bunları ondört laboratuvar faresine aktarmışlar. Her zamanki kıyaslayabilmek adına da, zihinsel açıdan sağlıklı üç erkekten alınan gaita örneklerini ise kontrol grubu olan diğer ondört fareye aktarmışlar. Fareler gözlendiğinde görülmüş ki, depresyona girmesi muhtemel fareler bulundukları ortamda şekerli suyu içmeyi tercih etmemeye başlamış yani haz verecek faaliyetlere karşı bir kayıtsızlık hali geliştirmiş. Bunun yanı sıra da farelerin içine konulduğu labirentin açık olan ve bilmedikleri bölümlerinden kaçınmaya başladıkları yani anksiyete belirtileri göstermeye başladığı tespit edilmiş. 

Buradan hareket ile, mutluluk hormonu olan seratoninin yaklaşık %90’ının bağırsaklarda üretildiği (https://www.sciencedaily.com/releases/2019/09/190906092809.htm) de göz önüne alınırsa, ruhsal rahatsızlıkların mikrobiyota ile yakın ilişkisi olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır.

Sonuç: Sağlıklı bir ruh hali için, sağlıklı bir mikrobiyota şart!

Geçti Sevdalarda Ömrüm, İhtiyar Oldum Bugün

Doğum ile oluşmaya başlayan ve ölene kadar tüm tercihlerimizle değişen ve var olan mikrobiyotamız, yaşlılıkta da belirli bir yapıda var oluyor. Bu anlamda bebeklerin, çocukların, gençlerin, yetişkinlerin ve yaşlıların belirli bir mikrobiyota özelliği mevcut.

Zaman içinde belirli değişiklikleri geçiren bağırsaklarımızdaki mikrobiyolojik bileşimin incelenmesi ile ilgili çalışmalar da yürütülmektedir. Buna koşut olarak, zaman geçtikçe ve bireylerin yaşları arttıkça bağışıklık sisteminin görece zayıfladığı bilinmektedir. Peki bağırsaklarımızdaki mikrobiyotaya daha genç bireylerden bir takviye yapılırsa, bir anlamda zamanda geriye götürülürse, bireyde de gençleşme emareleri gözükür mü?

İngiltere’de bulunan Cambridge Babraham Enstitüsü’nde çalışmalar yapan biliminsanları, bu sorunun yanıtına ulaşmak amacıyla -evet bildiğiniz yine- laboratuvar farelerinde bir çalışma yapmışlar. Genç farelerin gaita örneklerini yaşlı farelere aktararak, yaşlı farelerdeki etkilerini incelemek istemişler. Ve bu aktarım sonucu -evet bildiniz- yaşlı farelerin bağışıklık sisteminde iyileşme ve “gençleşme” görülmüş.

Sonuç: Bağışıklık sistemimizi tekrar güçlenmesi için gaita aktarımı yapılabilir!4

Sözün Özü…

Son yıllarda bilim dünyasının ilgisini çeken ve görece bakir bir bilimsel alan olan, mikrobiyota ya da mikrobiyom olarak adlandırılan bu alanın, sağlığımız ve sağlığımızın alt bileşenleri açısından oldukça önem taşıdığı düşünülmektedir. Üstelik yapılan her yeni araştırma ve ortaya çıkan mikrobiyota konusunda güncel gelişmeler ile, mikrobiyotanın insan sağlığı üzerinde tahminlerin ötesinde bir etkisi olduğu görülmektedir.

Bununla birlikte halen daha çok yeni olan mikrobiyota konusunda daha çok araştırmalar yapılmasına ihtiyaç duyulmakta, rahatsızlıkların mikrobiyota üzerinden tedavisi için zamana ihtiyaç duyulmaktadır. Zira oldukça hassas bir dengeye sahip olan mikrobiyotada yapılacak değişiklikler öngörülmeyen sonuçlara da neden olabilir.

Bu nedenle sağlıklı bir birey olmak ve kaliteli bir yaşam geçirmek adına,

  • Mikrobiyota konusunda farkındalık geliştirmek,
  • Mikrobiyota sağlığımıza daha çok önem vermek,
  • Mikrobiyotamızı doğal şekilde geliştirmek ve güçlendirmek,
  • Probiyotik ve prebiyotik içerikli gıda tüketimine dikkat etmek,

gibi yapabileceğimiz şeyler mevcut.

Sağlıklı bir mikrobiyota için atılabilecek en doğal ve doğru adımlar bunlar.

Şimdilik5… 

Unutmadan…

Youtube üzerinden yayın yapan Kurzgesagt adlı bilim kanalının mikrobiyota veya diğer adıyla microbiyom konusundaki aşağıdaki çalışmasını da incelemeniz çok yararlı olacaktır. 😉

Yazı Notları
İlk Yayım Tarihi, 05/03/2020
Boosted Uygulaması Ölçümüne Göre,
Çalışılan Gün, 3 gün
Çalışma Süresi, 3 saat 20 dakika

2 thoughts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir