Okuma Süresi: 5 dakika

Açlık… Bizleri en çok korkutan ve hayatımızın ellerimizden arasından kayıp gideceğini sandığımız yemek yoksunluğu hali. Günümüz insanının büyük bir çoğunluğunun pek tecrübe etmediği, edemediği açlık mevzusu esasen üzerinde düşünülmesi ve tekrar değerlendirilmesi gereken bir konu. Gelin bu vesile ile açlık mevzusu üzerine biraz eğilelim…

Aç mıydık?

İnsanlığın yeme tarihi boyunca bulduğunu yediğini, bulamayınca da aç kaldığını biliyoruz. Bu çerçevede türümüzün bireyleri avcı ve toplayıcı olarak hayatta kalmak amacıyla çeşitli tehlikeli yiyecekleri yemiş, başarılı teşebbüsleri sayesinde karnını doyurmuş hayatta kalmış, bazı şanssız teşebbüsleri nedeniyle de ya rahatsızlık geçirmiş ya da hayatını kaybetmiştir.

Böyle bir ölüm kalım mücadelesi içinde atalarımız yiyeceğe -bugünün şartlarından çok farklı olarak- hiç de kolay erişim sağlayamamıştır. Özellikle insanlık tarihinin oldukça uzun bir dönemine karşılık gelen, tarımın gündeme geldiği neolitik dönem öncesinde, doğada bulunan kıt kaynaklar ile hayatta kalmaya çalışmış. Kaynaklar kıt olduğu için de bazen tok, çoğunlukla da aç bir şekilde varlıklarını ve soylarının devamını sürdürebilmişlerdir.

Kısacası türümüzün temsilcileri, hayatlarının kısa bir bölümünde tok çoğunluğunda aç bir şekilde var olmuşlardır. Değişen Beynim ve İnsanın Fabrika Ayarları 1. Kitap Beden kitaplarının yazarı Prof. Dr. Sinan Canan’ın söylediği üzere, aç kalabilen, aç kalmayı fırsata çeviren bireylerin soyları devam etmiş, açlık ile başa çıkmayan bireylerin ise soyları sürmemiştir.

Aç mıyız?

Neolitik dönem ile birlikte tarımın artmasıyla, fazla ürünün ortaya çıkması ile birlikte yiyecekleri depolama ve bu ürünlerin ticareti ile birlikte başka türde yiyecekler temin edilebilmeye başlanmıştır. Bu durum zamanla -ilk başta herkes için olmasa da- yiyeceklerin arz güvenliğini yükseltmiş ve buna bağlı olarak aç kalma hali giderek azalmıştır.

Sanayi devriminin ortaya çıkışı ile birlikte hemen her şeyin üretiminin arttığı gibi yiyecek üretiminin de artması, ulaşımın giderek kolaylaşması ve yiyeceklerin bozulmasını geciktirecek koruma yöntemlerin geliştirilmesi ile birlikte yiyeceğe erişim tarihte hiç olamayacak kadar kolaylaşmış durumdadır.

Tüm bu değişikliklerin bütüncül bir soruncu olarak, geldiğimiz noktada, hiç aç kalmayan ve kalamayan, bedenimizin aç kalmasına fırsat tanımadığımız bir aşamaya gelmiş durumdayız.

Niye Aç Kalalım ki?

“Hiç aç kalmadığımız bir aşamaya gelmişiz. Daha ne olsun!” diye düşünüyorsanız, birazcık yanıldığınızı söylememiz gerek. Milyonlarca yıl aç kalan ve aç kalmayı fırsata çevirmiş olan bireylerin soyları devam etmiş ve genetik mirasları varlığını sürdürebilmiş, bizler de o bireylerin devamı olarak var bulunmaktayız. Dolayısıyla bedenlerimiz aç kalacak ve aç kalmak ile “barışık” olacak şekilde kurgulanmış durumdadır. Hayatının her anında yiyecek bulabilen, günde iki öğün değil üç öğün, hatta bırakın üç öğünü ara öğünlerle birlikte beş öğün tüketen günümüz insanı, çoğunlukla aç kalan atalarından çok farklı bir noktadadır. Bugün , genetik kurgusu itibariyle, aç kalmaya alışmış, hatta aç kalmaya da “acıkan” bedenlerimizin ile hiç doymayan beynimizin çekişmesi ortasında kalmış durumdayız…

Açlık Yararlı Olabilir mi?

İçgüdülerimizin aksine açlık, zararlı olan ve bir an önce yok edilmesi gereken bir durum değildir. Tersine, açlık vücudumuzda fiziksel olarak birçok yenileme ve yenilenme süreçlerini tetikleyen bir durumdur. Başka bir yazının konusu olan açlığın yararlarına şimdilik değinmeyeceğim, bununla birlikte açlığın kötü bir şey olmadığını, tam tersine iyi bir durum olduğunu vurgulamak doğru olacaktır.

Sanayi devrimi ile birlikte iki öğünden üç öğüne geçtiğimizi bilir, “İki Öğün mü? Üç Öğün mü?” konusu üzerine biraz düşünür ve okur, açlığın da tıbben ömrü uzattığı kanıtlanan tek yöntem olduğunu göz önüne alırsak, açlığı yok edilmesi gereken bir durum olarak görmemeye başlayabiliriz. Açlığı yok edilmesi gereken bir durum olarak görmememiz ve tam tersine bedenimiz için yararlı olduğunu bildiğimiz takdirde de, onunla geçinebilmemiz mümkün olacak, açlığın bize sunduğu yararlardan faydalanabileceğiz.

Bu yararlar arasında bendenizin 103 kilodan 73 kiloya düştüğü gibi kilo vermekten tutun, beyninizin daha iyi çalışmasına kadar bedeninize birçok yararı sağlayabilirsiniz. Tabii ki probiyotik ve prebiyotik yiyecekler tüketmeye ve müthiş besinleri yemeye dikkat ederek…

Bu bölüme kadar okuduysanız, konuyu AçıkBeyin kanalında ele alan Prof. Dr. Sinan Canan’dan açlık mevzusu konusunda görüşlerini de izleyebilirsiniz…

Yazı Notları
İlk Yayın Tarihi, 19/11/2020
Boosted Uygulaması Ölçümüne Göre,
Çalışılan Gün, 2 gün
Çalışma Süresi, 2 saat 23 dakika

6 thoughts

  1. Aralıklı oruç düzeninin faydalarını araştırmış ve aralıklı orucu deneyimlemiş bir insan olarak ben de sistematik bir açlığın insan vücudu açısından yararlı olduğunu düşünüyorum, bu yazıdan da önemli bilgiler edindim bu konuda, teşekkür ederim.

  2. Açlıkla aram iyi değil. Ancak vücudu bir düzene sokup alışkanlık haline getirilebilinirse faydalı olacağını düşünüyorum.

    1. Evet, alışma aşaması önemli. Bir anda değişiklik yapmak çok doğru olmayabilir. Bununla birlikte açlığın kötü birşey olmadığını öğrenip, içselleştirdikten sonra, öğünler arası süre genişletilebilir.

  3. İçselleştirme önemli mevzu tabi. Taşı delen suyun kuvveti değil sürekliliğidir, içselleştirme bu süreklilik esnasında ana güçtür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir